27 Aralık 2015 Pazar

    MİMARIN EĞİTİMİ :



 Mimar değişik bilim dalları ve çeşitli öğretilerin bilgisi ile donatılmış olmalıdır; çünkü diğer sanatlardaki tüm çalışmalar onun değerlendirmesi ile ölçülür. Bu bilgi, uygulama ve kuramın ürünüdür. Uygulama, gerekli herhangi bir malzeme ile bir çizimdeki tasarıma göre, el işçiliği içeren sürekli ve düzenli deneyimdir. Kuram ise, orantı ilkelerinde ustalığın ürünlerini gösterip açıklayabilme yeteneğidir.
Bu yüzden görülebilir ki, bilim olmadan el becerisi kazanmayı amaçlayan mimarlar hiçbir zaman emeklerinin karşılığı olan nüfuzlu bir konuma ulaşamamışlar,diğer yandan yalnız kuram ve bilime güvenenler de kesinlikle özün kendisini değil gölgesini kovalamışlardır. 
Mimar hem doğal yeteneklere sahip, hem de eğitilmeye yatkın olmalıdır. Ne yetenek olmadan eğitim, ne de eğitim olmadan yetenekle kusursuz bir sanatçı yetişemez. Mimar eğitilmeli, kalemi güçlü olmalı, geometri öğrenimi görmeli, iyi tarih bilmeli, filozofları iyi izlemeli, müzikten anlamalı, biraz tıp bilgisi bulunmalı, hukukçuların düşüncelerini bilmeli yıldız bilimi ve göklerin kuramı ile tanışıklığı olmalıdır.
 Önerdiği yapıtın görünümü anlatan eskizleri kolaylıkla yapabilmek için çizim bilgisi bulunmalı, binaların arsalara uygun planını yapmak için geometri bilmeli, binaların gökyüzünün belli bölgelerinden ışık almasının gerçekleştirilebilmesi için gözbilimden yararlanmalıdır.
 İyi bir tarih bilgisi gereklidir; çünkü bir yapıtın tasarımında süslemeli kısımlar arasında öyleleri vardır ki, mimarın bunların ardında yatan gerçekleri soranlara açıklayabilmesi gerekir.

 Felsefe; bir mimarı prensip sahibi ve alçak gönüllü yapar; aç gözlü olmadan dürüst, nazik ve adil kılar mimar tamahkar olmamalı, aklını bahşişlere takmadan konumunu gururla iyi bir üne erişerek korumalıdır.Bunlar felsefenin öğretileri arasındadır.
 Mimar, kanon ve matematiğin kuramını bilmenin yanında ballistacatapulta vescorpione’leri doğru ses perdesine göre ayarlayabilmek için müzikten de anlamalıdır. Çünkü kirişlerin sağında ve solunda, bükülmüş veterlerden yapılan iplerin bucurgat ve çubuklarla içinden geçirilerek gerildiği çerçevede delikler vardır; bu ipler, usta bir işçinin kulağına aynı ve doğru tınıyı vermedikçe sıkılıp sabitleştirilmemelidir.
Tiyatrolarda oturma yerlerinin altındaki tunç kaplar müzikal armoni ve uyuma göre yerleştirilir. Bunu yapabilmek için müzik ilkelerine vakıf olunmalıdır. Mimar, iklimler, hava, arazilerin sağlık açısından uygun olup olmadığı ve çeşitli suların kullanımı konularında sorunlarla karşılaşacağından tıp alanında da bilgili olmalıdır.
Hukuk ilkeleri, inşaat öncesi anlaşmalar yapılırken, işveren ve işi üstlenenin haklarının gözetilmesi açısından bilinmelidir. Ortak yapılı duvarlar, akıtan saçaklar, kanalizasyon, pencereler, su tesisatı ile ilgili yasalar önemlidir.
Gök biliminden, doğu, batı, kuzey ve güneyin yanında, göklerin kuramını, gece ile gündüzün eşitliğini, gün dönümünü ve yıldızların yörüngelerini öğreniriz.
 Mimarlık çok değişik öğretilerle süslenip, zenginleştirildiğinden son derece geniş bir öğrenimi içerir.
İnsanoğlunun bu kadar çok sayıda öğretiyi kavrayarak belleğinde tutabilmesi deneyimsizlere mucize gibi gelebilir. Fakat, erken yaşlarda, çeşitli türlerde eğitim görmüş olanlar sanatların ortak yönünü ve tüm çalışmalar arasındaki ilişkiyi algılarlar ve böylece hepsini daha kolayca kavrayabilirler. Pytheos, bütün sanat ve bilim dallarında bir mimarın konunun uzmanlarından çok daha fazla işler gerçekleştirebilmesi gerektiğini yazar. Ancak bu tutumu gerçeği yansıtmamaktadır.
 Bir mimar tüm alanlarda mükemmelliğe ulaşamaz. Bu geniş konu çeşitliliği içerisinde, bir kişinin her konuda mükemmelliğe ulaşarak, hepsinin temel kuramını kavraması çok güçtür.
Yaşamını kendi sanat alanına adayarak mükemmelliğe ulaşılması bir mucizeyken, bir mimarın tüm alanlarda onlardan daha başarılı olması nasıl beklenebilir?
 Görülüyor ki, Pyhteos, her sanat türünün, yapıtın kendisi ve ardındaki kuram olmak üzere iki şeyden oluştuğunu görmemekle yanılgıya düşmektedir.
 Sonuçta görülüyor ki, her konuda, mimarlık için gerekli olan bölümleri ilkeleri ile iyi bilen birisi, yeterli olanı fazlasıyla yapmış sayılır; bu nedenle, o konularda ve sanatlarda bir değerlendirme yapması istendiğinde, eksikleri görülmeyecektir.
SAĞLAMLIK'’ YAPI NASIL AYAKTA DURUR''

Bir yapının en görünür kısmı strüktürü yada onu ayakta tutan sitemidir.mimarlar ve mühendisler çok az malzemeyle çok iş yapan yer çekimine meydan okur görünen strüktürler kullanmayı severler.heranyıkılcakmış gibi görünen kırılgan bir strüktüre bakarken duyduğumuz gerilim yapıyı taşıyan iskeletle gördüğümüz şey arasındaki yani ‘’fiziksel strüktür’’ ile ‘’algısal strüktür’’ arasındaki farklılığı sergiler.yerçekimimin etkisini ilk adımlarımızı attığımzdan itibaren hissediyoruz.mimaristrüktrün özü yerçekiminin sürekli çekimine karşı nesnelerin yere düşmeyeceğinden emin olmaktır.mimarlık algımızın bir kısmı kuvvetlerin yapılarda nasıl ele alındığının bu empatik çözümlemesiyle uğraşmak zorundadır.bu yüzden atinadaki panteon u gördüğümzde biri diğerine baskın olmayan düşey ve yatay öğeler arsında kurulan özenli bir dengenin incelikli kuvvetler dengesini öne çıkardığını ve böylece yunan felsefesi idealini örneklendirir.
Dikme ve lento:
Strükrüktürün başlangıcı ister taştan,tuğladan.kerpiç yada balçık bloklardan,ister cam bloklardan yada başka değişik malzemelerden yapılmış olsun duvardır.duvarlarla çevrili oda da ışık ve görüş olmadığı için bu duvarın acıkması gerekir.bu açığın üzerindeki bloklar yada tuğlalar yer çekimine karşı derteklenmelidir.birkriş ve bir kemer aracılığylayapılır.yukarıdaki duvarı taşımak için bir duvara yerleştirilmiş kirişe lento denir.
Kirişli sistem:
Arkeolojik ve antropolojik kalıtlarda ahşap yada bağlı papürüs kamıştan kolon ve kiriş sistemlerinin kullanıldığı görülmüştür.böyle bir sisteme kirişli sistem denir.
Konsol kiriş:

Kirişin kolonun ucunun ilerise uzatılması bir kolon kiriş ile sonuçlanır.

Taşıyıcı Sistemler:
·         Dorik sütunlar
·         İyon düzeni
·         Karint düzeni
·         Çerçeveler
·         Kemer
·         Tonozlar
·         Kafes kirşler
·         Uzay kafesi ve geodezik kubbeler
·         Kabuklar

·         Asma srüktürZar(çadır) ve şişirilmiş strüktür





Çevrenin bir parçası olarak mimarlık : 

Rönesansın bize bıraktığı kalıtın bir parçası da yapıları son yıllara dek çevresel öneme sahip nesneler olarak değil yalnızca toplumsal yada sanatsal öneme sahip nesneler olarak düşünme eğilimidir. Etkin ısıtma , havalandırma ve iklimlendirme aygıtlarının gelişiminden  sonra sanayileşmiş batıdaki mimarlar güneşin rüzgarın ve ısının etkileri gibi konuları sorun etmemeye başladılar çünkü yeterli alet olduğu sürece her zorluğu yenebileceklerine inandılar.yapı yapıldıktan sonra aynı bir ağaç yada bir kaya gibi çevrenin bir parçası olur. Bu olgu çifte öneme saiptir.ilk olarak mimarın tasarım sürecinin her adımında önerdiği yapının ister kentsel bağlam isterse doğal bir peyzaj olsun çevreyi nasıl etkileyeceğini göz önünde bulundurması gerekir.
Gelenekse kerpiç konstürüksiyonda ısı akımlarının içeriye girmesini ve içerde ki görece serin havayı etkilemesini önlemek amacıyla pencereler ve kapılar küçük tutulurdu.
En sert iklimin hüküm sürdüğü kuzey kutbunda ne ahşap nede toprak vardır.Bu yüzden inuitlerin kış evleri bloklar halinde kesilen sıkıştırılmış kardan yapılır.kubbe oluşturan kapalı bir spiral şeklindedir.Bu eve iglo denir.
Anasazilerin işaret etikleri gibi bir yapıyı serin tutma sorunun çözümü güneşi yapıdan uzak tutma sorunudur.
Cam mimaride saydamlık ve görsel hafifliği olanaklı kılarken ısı kazancı sorununa yer açar.Güneş ışınları tayfın gözle görünemeyen kesiminde yer alan kızılötesi ışınlar da dahil olmak üzere camdan kolayca geçer ama güneş ışığı odadaki bir yüzeye çarptığında üretilen ısı geriye dönerek camdan dışarı çıkmaz.
SONUÇ:

Yavaş yavaş ısı kazancıdır.


    MİMARİDE GÜN IŞIĞI :


  Mimarinin yaşanmasında ışık önemli bir rol oynar. Aynı oda, duvarlarındaki açıklıkların boyutlarının ve yerleşimlerinin değişmesi sonucu çok farklı mekansal izlenimler verebilir. Bir pencereyi duvarın ortasından köşeye doğru kaydırmak odanın tüm karakterini tamamen değiştirecektir.
Aydınlatma açısından mekanı üç farklı gruba ayırabiliriz;

a. Aydınlık açık mekan
b. Tepeden ışık alan mekan
c. Yan tarafından ışık alan mekan

  Işığın her yönden girdiği aydınlık açık mekana, tarih boyunca çeşitli çağlarda, özellikle sıcak iklimli ülkelerden örnekler bulabiliriz. Bu tip mekan güneşten korunmak amacıyla sütunların üstüne yerleştirilen bir çatıdan oluşur.

  Her iki yan duvarında büyük pencereleri olan ortaçağ şatoları, bir dış duvardan diğerine uzanan ve her iki tarafta da pencereleri olan geniş mekanlara sahip sayısız malikane vardır. Sadece bir duvarında penceresi olan daha ufak bir odadan böyle ışık dolu bir mekana girildiğinde insan bir ferahlık duyar, çünkü burası aydınlık ve havadardır.

  Çoğu kimse için kusursuz ışık yalnızca bol ışık anlamına gelir. oysa çoğu zaman bunun yeterli olmadığını görürüz. Çünkü ışığın niceliğinden çok niteliği önemlidir.

Önden aydınlatma genelde zayıf bir aydınlatmadır. Eğer ışık, kabartıları olan bir yüzeyin üstüne dik açıyla düşerse, minimum gölge ve ona bağlı olarak da minimum plastik etki oluşur.
Üstü kapalı mekan, değişik yerlerinde farklı ışık etkileri sunar. Tepeden ışık alan mekan, ışık her yerde aynı derecede iyi olacak şekilde planlanabilir. Bunun en güzel örneği Roma'daki Pantheon'dur. Kubbenin tepesindeki dairesel açıklık dış dünya ile olan tek bağlantıdır.

  Tüm mekanın büyük bir tepe penceresiyle kaplandığı birçok mekan vardır. Doğal ışığın böylesine serbestçe girdiği iç mekanlar gölgesizdir; biçimlerin plastik ifadesi ve dokusal etkileri zayıftır.
Yandan aydınlatma yönteminin en önemli örneği eski Hollanda evleridir. Hollanda'da toprağın özel fiziksel şartları alışılmışın dışında bir yapı türünün doğmasına sebep olmuştur. Yaşama mekanına yeterli ışığın girmesini sağlamak amacıyla kalkan duvarın alt kısmına birçok büyük pencere yerleştirilmişti. Yan duvarlar komşu evlerle paylaşıldığı için onlarda açıklık yapılamazdı. Bu yüzden ışık sadece ön ve arka cephelerden giriyordu.

  Modern mimarların en sık karşılaştığı problemlerden biri de geniş bir mekanın değişik kısımlarının iyi ve eşit şekilde aydınlatılmasıdır. Yandan aydınlatma tek başına iyi bir sonuç vermez, çünkü böyle gelen ışık mekanın içine fazla nüfuz etmez. Çözüm, odanın her bölümünü kusursuz şekilde aydınlatan şed çatılardır.


MİMARİDE RENK:

Mimaride renk bir binanın karakterini vurgulamak,onun biçim ve malzemesine dikkati çekmek onun bölümlerini daha belirginleştirmek için kullanılır.
Renk sözcüğüyle sadece temel renk tonlarını değil fakat beyazdan griye ve siyaha doğru uzanan açıklık koyuluk değerlerini de ele alırsak o zaman her binan bir renge sahip olacağı ortadadır.burada bizim için önemli olan rengin mimari anlamda kullanılışıdır.
İnsanoğlu barınağının duvarını çevreden kazıp çıkarttığı katı çamurdan yada etraftan topladığı taştan yaptı.bunlarla birlikte dal saz ve saman gibi malzemelerde kullandı.sonuçta ortaya çıkan doğanın renklerine sahip bir yapıydı.sonraları insan malzemeleri doğa da olduğundan daha dayanıklı yapmanın yolunu buldu.böylece yeni renkler ortaya çıktı.toprağı fırınlayarak yapılan tuğlalar güneşte kurutularak yapılan gri tuğlalardan farklı olarak kırmızı ve sarı renkli olmuştur.
Malzameme ve renk arasında açıklanamaz bir bağlantı vardır .Rengi bağımsız olarak değil belirli bir malzemenin çeşitli özelliklerinden biri olarak algılarız.

Renkler insanı aldatmak için kullanılmamıştır,daha çok sembol olarak kabul edilinir.Pekin'de parlak renkler saraylar tapınaklar ve diğer törensel binalar için yapılmıştır.Normal binalar özel olarak renksizleştirilmiştir.Bunlarda kullanılan tuğla ve kremitler farklı bir fırınlama işleminden geçer.



RENK VE TEMEL TANIMLAMALAR :

18.YY dan itibaren  renk kuramları bugün ki anlayışa yakınlaşmış 1731 de Jacopchristopher Le Blon boya maddesi kırmızı, sarı ve mavinin temel renkler olduğunu bulmuştur. Le Blon un 1756 da yayınlanmış olan renk konusunda ki tezi bugün ki temel renk kuramının kaynağıdır.
İnsan çevresinden algılarına yansıyan renk özelliklerini görüp tanımlayarak yaratmış olduğu bireysel dünyasında renkelere ait bilgi ve kavramlar geliştirir.Bu kavramsallık içinde renk adeta somut bir etken gibi gücünü ve karakterini belirlemiştir.Oysa nesnelerin dışında renksiz gibi algılana hava ortamının bünyesi renkli ışınları barındırdığı ve renkleri algılamamızda da bu ışın demetlerini rol oynadığı düşüncesi bilincin gerisinde kalmaktadır.’’ Güneş ışığı gökyüzden geldiğinde havada bulunan partüküllerde büyük oranla oksijen ve azot partüküllerinin engelleriyle karşılaşır. bu çarpışmalarda ışınlar yön değiştirirler ve ışın serpintileri oluşur.bu serpiştirilen ışınlarda kısa dalgalı mavi ve mor ışık uzun dalgalı kırmızı ve turuncudan daha fazla serpiştirilirler .Böylece serpinti ışığı kırmızıdan on kat ha fazla mavi ışık içerir.bunları İngiliz fizikçi LORD RAYLEİGH keşfetmiştir.bu olaya raylegh serpintisi denir.

RENK ÇEMBERİ VE TEMEL KAVRAMLAR:

Temel renk çemberi sanat basamaklarının ilk basamaklarıdır.sanat alanında ve sanat eğitimindeki sıralamada 3 ana renk ilkesine göre genellikle ara renkler ile birilikte 12 renk değeri göstermektedir.

Pigment:
Bir yüzeye renk katmada kullanılan sıvı toz yada değişik medyumlarla karışımlı boya maddelerinin renk sağlayan niteliğine denir.geleneksel renk kuramında 3 pigment rengi vardır.
bunlar

·         Kırmızı
·         Mavi
·         Sarı dır.

Saturation(doyum):
Renk çemberinde komşu renklerlebir çok karışım yapılarak renk çeşitmeri çoğaltılmakta ve zenginleştirilmektedir.komşu olmayan bir çemberde her rengin karşısında yer alan renge karşıt renk denilmektedir.karşıtlıklarının yanı sıra biribirlerini gereksinim duyurtma özelliklerinden dolayı karşıt renkler aynı zamnda tamamlayıcı renkeler olarak tanımlanır.
Ancak iki karşıt renk pigment olarak karıştırılırsa crom grisine dönüşmeye başlar.tamamalayıcı karışım yapılarak grileşme derecelerine saturation denir.

Hue :
Renk çemberinde yer alan renklerde her birinin diyerindenayırtan ve rengin karakterini tanımlatan özellğinedenir.yani çemberdeki özellikleri ve isimleriyle tanımladığımız sarı mavı yada turuncunun renkkarakterihue olarak açıklanır.hue renklerin dalga boyleriyla ortaya çıkan özelliğini yansıtır.
Value(değer):
Işık karışımları konusundan söz edildiğinde valueparlaklaık olarak bilinir.değer bir renkteki açıklık koyuluk derecesidir.ve p,igmentkarışımlada siyah ve bayaz katılarak ayarlanabilir.bu şekilde ortaya konulan derecelenmelere ara ve geçiş değerleri eklenirse sonsuza giden bir yapılanma ortaya çıkar.

Analog renkler:
Bir ana renk diğer ara renge doğru karışımlar oluştururken kendi renk özelliğinin diğer renklerin içine girmesiyle yeni oluşan renklerde kendi varlığının değişik değerlerde sürdürüyor demektir.renk çemberinde yer alan renklerde yan yana gelenlere analog renkler denir.

Sıcak soğuk renkler:
Sıcak sözcüğü ateş ve güneşi çağrıştımakta mevsmolarakda yaz dönemiyle özdeş olmaktadır.bu ne denle ateş ve güzeşten alılanan sarı turuncu kırmızı gibi renklere yarattıkları psikolojik etkilerinden dolayı sıcak renkler tanımlaması yapımaktadır.
Soğuk sözcüğü kış mevsimiyle özdeş olmaktadır.kar ve buzu çağrıştırmaktadır.renk çemberinde mavi rengi merkez alan  ve onun iki tarafında ki mor ve yeşili de kapsayan renklere soğuk renkler denir.
Bir genelleme yapılırsa:
Renk çemberinin yarısı sıcak diğer yarısı soğuk renklerden oluşmaktadır.

Sıcak ve soğuk renklerin yakınlık uzaklık bakımından yarattıkları etkilerde ayrıdır.sıcak renkli yüzeyler olduklarından daha yakın soğuk renkli yüzeyler ise olduklarından daha uzak etki yapmaktadırlar.
ORANTI-ÖLÇEK :
Oran
Zihin, örüntülerde matematiksel ve geometrik ilişkiler yani orantılar bulmaya çalışır. Yunan mimarlığı ve tasarımıyla ve bir bütün olarak Klasik mimarlıkla en çok ilişkilendirilen orantı sistemi, Altın Kesit ya da Altın Oran denilen sistemdir. Genel olarak iki eşit olmayan parçanın ilişkisi olarak betimlenebilen bu orantılamada ,küçük parçanın büyük parçaya oranı büyük parçanın bütüne oranına eşit olmalıdır. İlk defa ortaçağ matematikçisi Leonardo Fibonacci tarafından betimlenen bir sayı dizisine dayalı orantı sisteminde görülür. Sayılar ne kadar büyürse son ikisi arasındaki oran Altın Kesite o kadar yaklaşır.










Ölçek:
Mimarlık, Görsel sanatların en büyüğü ve en kapsamlısıdır. Kullanıcı tarafından karşılaşılan güçlüklerden biri yapının boyutunu belirlemektir, bir yapının boyutunu belirlerken karşılaştırma ölçümüz kendi boyutumuzdur. Ortalama insan boyutuna göre bir yapının büyüklüğüne onun ölçeği denir.


TASARIM VE YARATMA : 

İnsan empirik(deneysel) dünyadan duygu, düşünce ve hayalgücüile, yani tinselliği ile ayrılır. Sanat eserleri de, insanların tinsel varlıklarını maddeye aktarmasıyla oluşur. Bu aktarımla madde, insanı insan yapan özelliklere sahip olur, form kazanır ve bu onun empirik dünyadan ve madde kategorilerinden sıyrılması anlamına gelir. İnsan böylece empirik dünyanın başlangıç-sonuç yazgısını yıkarak ona sanat ile süreklilik kazandırır. Sonuç olarak, sanat yapıtı tinsellik ve form kazanmış bir maddi varlık olarak yaratılmış bir varlıktır.
     GESTALT :

Gestalt teorisini parçalarının toplamından fazlasını ifade eden organize bütün olarak tanımlayabiliriz. Özellikle görsel algı alanında ortaya çıkan Gestalt teorisine göre, bütün parçalardan oluşur, ancak parçalar tek tek bütünü yansıtmazlar, belirlemezler. Tersine bu parçalar bütünün özelliğine göre belirlenir.

Duyum, bir duyu organının uyarılmasıyla oluşan psiko fizyolojik olay olarak açıklanmaktadır. Duyum, nesnel çevrenin insanın duyu organları üzerindeki etkisinin yalın sonucudur. İzlenimle algı arasında bulunan bir bilinç olgusudur. İzlenim duyumdan önce, algıdan sonra gerçekleşir.

Algı, ''Bir şeye dikkat yönelterek o şeyin bilincine varmak, idrak'' olarak tanımlanmaktadır.

Algılama, duyum ve algının birleşmesinden oluşur. Örneğin tek başına görme duyusu yetersizdir. Yorumlama için algı gerekir.
      GESTALT ALGI TEORİSİ :
Gestalt teorisi görsel algılamanın nasıl gerçekleştiği, bu gerçekleşme sürecinde nelerin etkili olduğu, içeriden ve dışarıdan bu süreci nasıl etkilediklerini açıklamaya odaklanmıştır.
GESTALT kelimesi, Almanca da yerleştirmek düzenlemek koymak anlamına gelen ‘’stellen’’ fiilinden türetilmiştir ve biçim yada şekil anlamına gelmektedir.

Max Wertheimer, Kurt Koffka, Wolfgang Köhler gibi psikologların öncülüğündeki Gestalt teorisi, görsel algının en temel biriminin form olduğu teorisini ortaya atmışlardır.Bu teori, barınırdığı farklı disiplinleriyle algılamaya yeni bir tanım getirmiş  ve özellikle modern sanatın etken olmuştur.
 Getalt teorisi, Bauhaus okulu sanatçıları tarafından da kabul görmüş ve ilk kez '' Temel Tasarım '' dersinin kuramsal alt yapısı oluşturmak üzere tasarım alanına uygulanmıştır. 
Fotoğraf
ŞELALE EVİ .FRANK LLOYD WRİGHT,1935
TBMM CAMİSİ,BEHRUZ ÇİNİCİ,1985
VİLLA SAVOYE LE CORBUSİER,1929

Bir Tasarım Modeli Olarak Mimarlık 
Mimari yapı sanatsal, sosyolojik, antropolojik, estetik, tarihsel ve kültürel bir yapıdır, yani tasarım modelidir. Mimari yapı, belli bir biçim verilmiş mekandır.
Mimarlık temel birtakım kategorilere dayanır:
1.       Firmatias ( kalıcılık, sağlamlık )
2.       Utilitas ( kullanışlılık, rahatlık )
3.       Venustas ( güzellik )
Mimari bir yapı işlevsel ve amacına uygun olmalıdır.İşlevsellik sorununa epistemolojik açıdan bakacak olursak; ereksellik ile işlevsellik farklı değerler oluğunu görürüz. İşlevsellik tasarımsal bir anlama sahiptir, mimarinin evrensel dilidir. Ereksellik ise bu evrensel dilin bir öğesidir, madde ve biçim arasında yer alan üçüncü bir öğedir. Mimar, yaratıcı hayal gücünü kullanarak, bu üç öğeden oluşan, mimari dilde özgün bir mekan meydana getirir. Her mimari yapı madde, biçim ve erekselliğe dayalı özgün bir dili, başka bir deyişle semantik bir yapıyı ifade eder. Klasik, Barok, Modern ve Postmodern gibi oluşumlar aslında mimari dilin değişik semantik modelleridir.
Aydınlanmaya ve rasyonel, akılcı temellere dayanan Modern Mimari, bütün geleneksel öğeleri atar, mimari dili saflaştırarak ‘’salt mimari’’yeminimalist ve pürist bir dile ulaşmak ister. Bu nedenle gitgide yoksullaşır, ‘’teknik sistemler göstergesi’’ haline gelir. Geometrikleştirilmiş beton bir yapıdan ibaret olur. Çağın estetik anlayışı ‘’Bir nesnenin güzelliği onun yalınlığıdır.’’dır. Zaman içinde bu anlayış eleştirilir. Postmodernizm anlayışına göre, mimari yitirmiş olduğu çok değerliliğe geri dönmelidir. Modern ve Postmodern mimari arasındaki çatışmayı aşmak denemeleri de görülür, ancak bunlar çoğunlukla eklektik tarzdadır. Türkiye’de, Behruz Çinici, bütüncül bir mimari yaratmayı, eklelisizmin tuzaklarına düşmeden geliştirebilmiştir.

Mimari yapılar, yaşamın içinde yer alırlar, yaşamda yer alan nedenselliğe ve zorunluluğa tabi olurlar. Ampirik dünyada sürekli değişim, varoluş ve yok oluş hakimdir. Mimari yapılar, sürekli değişirler. Örneğin yıkılabilir, toprak altında kalabilir, değişebilirler.

Bu restorasyon olgusunu da beraberinde getirir. Çağlar boyunca ancak onarımla ayakta kalabilmiş yapılarda, onlara farklı çağların katkılarından dolayı büyük değişimler meydana gelir. Bu durum, restorasyon mimarisinde ‘’Yapıların özgün varlığına ulaşmak için sonraki çağların katkıları yok edilebilir mi?’’ gibi sorulara neden olur.

Mimari yapı kategorilerinden bir diğeri de güzelliktir. Bir yapı, kendine özgü bir mekan-biçim ilgisi ortaya koyabilirse bu yapı sanatsal bir mimari tasarımı gösterir ve adına sanat yapıtı denir. O artık estetik varlıktır ve gerçek varlık ile gerçek dışı varlığın bütünlüğünü gösterir.

Sanat yapıtları zamansallık içinde de var olurlar. Bu, mimari sanat yapıtı ile diğer sanat yapıtları arasında belirli bir farklılığın olduğunu gösterir. Diğer sanat yapıtlarında, fiziksel varlıkta meydana gelen değişimler, onların kültür varlıklarını etkilemez. Tüm sanat yapıtlarını etkileyen bu zamansallık mantıksal zamansallık ya da aşkın zamansallık denir. Fakat mimari sanat yapılarının zamanla ilgisi iki yönlüdür. Mimari sanat yapıtı, kültür varlığı olarak aşkın zamansallık, gerçek varlık olarak ise ampirik zamansallık tabidir.

Vitruvius bir mimari yapının ayırt edici özelliğine düzen der. Bununla, yapıtın kendi bölümlerinden modüllerin seçilip, tümünün buna dayanılarak oluşturulmasını kasteder. Düzenleme, öğelerin yerli yerine konmasını ve yapıtın özelliğine göre yapılan ayarlamalar sonucu oluşan zarif etkiyi içerir. Düzenlemenin kapsamına gelen(kişinin, planın etkili olmasına yönelttiği dikkatli bir düşünme ve uyanık bir gözlem) ve buluş(parlak bir zeka ve yaratıcılıkla karmaşık problemlerin çözümü ve yeniliklerin keşfi) tur. Yer planı, görünüş ve perspektif; imgelem ve buluştan kaynaklanır.

Vitruvius’a göre bir yapının güzelliğini sağlayan bir diğer etken ahenktir. Ahenk ögelerin ayarlamalarındaki güzellik ve uygunluktur. Bunun yanında simetri ve uygunluk da bir yapıyı mükemmel, güzel kılan özelliklerdendir.

Mimar, biçimleri örgütleyerek, ruhun saf yaratışı olan bir düzeni gerçekleştirir; biçim ve şekillerle bizde plastik coşkular uyandırır; yarattığı ilişkilerle bizde derin yankılar meydana getirerek, dünyamızla uyum halinde olan bir düzenin ölçülerini verir; kalbimizin ve aklımızın çeşitli hareketlerini tayin eder ve böylece biz güzellik duygusunu hissederiz.

Bir mimari yapı ontalojik olarak iki yapıdan oluşur. Bunlardan biri, sağlamlık ve işlevsellik kategorileri içinde ortaya çıkan gerçek ön yapı, diğeri de güzellik kategorisi içinde somutlaşan gerçek dışı arka yapıdır. Yapının mekanda yer kaplayan, beton, çelik ve ahşap malzemelerden oluşan gerçek ön yapısı, duyularımızla kavradığımız bir yapıdır. Ama gerçek dışı arka yapı tinsel bir yapıdır; onu ancak duygu ve düşüncelerimizle kavrayabiliriz. Mimari tasarım, bir yanıyla maddi, diğer yanıyla tinsel bir varlıktır.

Mimari tasarım varlığının biçimsel değişimleri tarihsellik kategorisi içinde meydana gelir. Bu biçimsel farklılığa üslup adı verilir. (Grek-Roma, Ortaçağ, Rönesans, Barok, Modern vs.)


Grek-Roma, Ortaçağ, Rönesans, Barok, Modern’in varlık kavrayışları birbirinden farklıdır. Bu anlayış farkı, kültür varlıklarına da yansır. Örneğin Grek düşüncesinde varlık hiçlikten doğmaz, insan doğayı tamamlar. Bu nedenle Grek mimarisinde insan ölçüleri temel alınır. Ortaçağ anlayışı gerçek varlığın yukarıda, tanrının katında olduğudur. Bu dönem yapıları, gökyüzüne uzanır.
ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ TASARIMINDA GESTALT TEORİSİ :

Endüsti ürünleri tasarımı endüstriyel olarak üretilen ürünlerin insan ve insan gruplarının ihtiyaçlarını uyarlanması sürecidir.bu süreç birbiriyle ilişki ve bir çok disiplinle ortak çalışmayı gerektiren eylemler dizisidir.

Endüstri ürünleri tasarımında, gestalt teorisinden sıklıkla faydalanılır. Çünkü yapılan tasarımların hedef kitle tarafından doğru okunabilmeleri birincil şarttır.

Yakınlık, benzerlik, süreklilik, kapalılık, figür fon ilişkisi, simetri ve devamlılık Gestalt kanunlarıdır.
SONUÇ :bir tasarımın başarısının ölçülebilmesi için kullanılabilecek kriterlerinden en önemlisi şüphesiz tasarımcının ürünü ile vermek istediği mesajın kullanıcılar tarafından doğru algılanmasıdır.



Tasarım :

Tasarım sözcüğü ''biçim vermek, temsil etmek'' anlamındaki designare sözcüğünden gelir.bugün bu sözcük içeriğini tasarlama planlama eskizler yapma biçimlendirme ve kurgulama gibi değişik ifadelerin eklenmesi ile tanımı güç bir kavram haline gelmiştir.
Tasarım bir sorunun çözümü için geliştirilmiş plan yada fikirdir.tasarım öncelikle zihinde var olan bir fikirdir.ama bu fikir bir biçin verme dinamiğini içerir ve bu oluşum süreci içinde bir biçim kazanmış bir nesne olarak somutlaşır.

Bilim ve Tasarım :
İnsan, nesneleri ve aralarındaki ilgileri, neden-sonuç ilişkilerini açıklamak ister. Olayları önce dinsel nedenleri bağlasa da zamanla bilgiyi akılla temellendirmeye başlar ve bilime giden yolu açar.

Bilimin ilk özgün ve devrimci çağı Grek uygarlığıdır. Daha önceki çağlarda tanrının ve gerçekliğin dünya dışında olduğu anlayışı yerini tanrıların dünyada ve insan biçiminde varlıklar olduğu anlayışına bırakır. Böylece dünya artık bir gerçeklik olarak kavranır. Bilimin araştırma konusu gerçeklik yani doğa olur. Bu nedenle Grek çağı, bilim çağı olarak nitelendirilir.

Aristotales de Grek anlayışına bağlı olarak, dünyanın yoktan yaratılmadığı görüşünü benimser. Dünya başlangıçta biçimden yoksun salt maddeyken Tanrı Demiourgos'un bu şekilsiz maddeye bir mimar gibi biçim verdiğine ve bir sanat yapıtı gibi bu düzenli dünyayı meydana getirdiğine inanmıştır.Aritoteles 'in dört neden kuramıda şöyledir:
1)maddi neden
2)biçimsel neden
3)hareket ettirici neden
4)ereksel neden   
  Newton'un gökyüzünde ve yeryüzünde meydana gelen hareketleri matematiksel bir dille açıklamasıyla bu anlayış yıkılır. Aristotales'inereksel evren tasarımı, yerini kör bir nedenselliğe dayanan maddeci bir evren tasarımına terk eder.

Biyoloji alanındaki tasarım modellerinden biri de Charles Darwin'in evrim teorisidir. Evrim kuramı, canlılığın yoktan var olmadığını, sürekli bir evrimin sonucu oluştuğunu anlatır. Canlıların oluşumu ve gelişimini açıklar. Toulmin'e göre, biyolojik evrimde olduğu gibi bilimlerin evriminde de bir doğal ayıklanma vardır. Artık gereksinim duyulamayan kuranlar yerini gereksinim duyulan kuramlara bırakırlar. Bu sayede insanlar aynı olay ve sorunlarla ilgili bir çok kuram türetebilir. Thomas Kuhn'a göre bilim paradigmalardan oluşur ve bilimin gelişmesi paradigmaların değişim sürecidir.