Çevrenin bir parçası olarak mimarlık :
Rönesansın bize bıraktığı kalıtın bir parçası da yapıları
son yıllara dek çevresel öneme sahip nesneler olarak değil yalnızca toplumsal
yada sanatsal öneme sahip nesneler olarak düşünme eğilimidir. Etkin ısıtma , havalandırma ve iklimlendirme aygıtlarının gelişiminden sonra sanayileşmiş batıdaki mimarlar güneşin
rüzgarın ve ısının etkileri gibi konuları sorun etmemeye başladılar çünkü
yeterli alet olduğu sürece her zorluğu yenebileceklerine inandılar.yapı
yapıldıktan sonra aynı bir ağaç yada bir kaya gibi çevrenin bir parçası olur.
Bu olgu çifte öneme saiptir.ilk olarak mimarın tasarım sürecinin her adımında
önerdiği yapının ister kentsel bağlam isterse doğal bir peyzaj olsun çevreyi
nasıl etkileyeceğini göz önünde bulundurması gerekir.
Gelenekse kerpiç konstürüksiyonda ısı akımlarının içeriye
girmesini ve içerde ki görece serin havayı etkilemesini önlemek amacıyla
pencereler ve kapılar küçük tutulurdu.
En sert iklimin hüküm sürdüğü kuzey kutbunda ne ahşap
nede toprak vardır.Bu yüzden inuitlerin kış evleri bloklar halinde kesilen
sıkıştırılmış kardan yapılır.kubbe oluşturan kapalı bir spiral şeklindedir.Bu
eve iglo denir.
Anasazilerin işaret etikleri gibi bir yapıyı serin tutma
sorunun çözümü güneşi yapıdan uzak tutma sorunudur.
Cam mimaride saydamlık ve görsel hafifliği olanaklı
kılarken ısı kazancı sorununa yer açar.Güneş ışınları tayfın gözle görünemeyen
kesiminde yer alan kızılötesi ışınlar da dahil olmak üzere camdan kolayca geçer
ama güneş ışığı odadaki bir yüzeye çarptığında üretilen ısı geriye dönerek
camdan dışarı çıkmaz.
SONUÇ:
Yavaş yavaş ısı kazancıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder