27 Aralık 2015 Pazar

Çevrenin bir parçası olarak mimarlık : 

Rönesansın bize bıraktığı kalıtın bir parçası da yapıları son yıllara dek çevresel öneme sahip nesneler olarak değil yalnızca toplumsal yada sanatsal öneme sahip nesneler olarak düşünme eğilimidir. Etkin ısıtma , havalandırma ve iklimlendirme aygıtlarının gelişiminden  sonra sanayileşmiş batıdaki mimarlar güneşin rüzgarın ve ısının etkileri gibi konuları sorun etmemeye başladılar çünkü yeterli alet olduğu sürece her zorluğu yenebileceklerine inandılar.yapı yapıldıktan sonra aynı bir ağaç yada bir kaya gibi çevrenin bir parçası olur. Bu olgu çifte öneme saiptir.ilk olarak mimarın tasarım sürecinin her adımında önerdiği yapının ister kentsel bağlam isterse doğal bir peyzaj olsun çevreyi nasıl etkileyeceğini göz önünde bulundurması gerekir.
Gelenekse kerpiç konstürüksiyonda ısı akımlarının içeriye girmesini ve içerde ki görece serin havayı etkilemesini önlemek amacıyla pencereler ve kapılar küçük tutulurdu.
En sert iklimin hüküm sürdüğü kuzey kutbunda ne ahşap nede toprak vardır.Bu yüzden inuitlerin kış evleri bloklar halinde kesilen sıkıştırılmış kardan yapılır.kubbe oluşturan kapalı bir spiral şeklindedir.Bu eve iglo denir.
Anasazilerin işaret etikleri gibi bir yapıyı serin tutma sorunun çözümü güneşi yapıdan uzak tutma sorunudur.
Cam mimaride saydamlık ve görsel hafifliği olanaklı kılarken ısı kazancı sorununa yer açar.Güneş ışınları tayfın gözle görünemeyen kesiminde yer alan kızılötesi ışınlar da dahil olmak üzere camdan kolayca geçer ama güneş ışığı odadaki bir yüzeye çarptığında üretilen ısı geriye dönerek camdan dışarı çıkmaz.
SONUÇ:

Yavaş yavaş ısı kazancıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder